26 Aralık 2011 Pazartesi

SOBA BORUSU





Fizikçi, matematikçi, kimyacı, jeolog ve antropologdan oluşan bir heyet bir araştırma için arazide bulunmaktadır. Birden yağmur bastırır. Hemen yakındaki bir arazi evine sığınırlar.

Ev sahibi bunlara bir şeyler ikram etmek için biraz ayrılır.

Hepsinin dikkati soba üzerinde toplanır.

Soba yerden 1 m. kadar yukarda, altındaki dizili taşların üzerindedir.

Sobanın niçin böyle kurulmuş olabileceğine dair bir tartışma başlar.

Kimyacı, ""adam sobayı yükselterek aktivasyon enerjisini düşürmüş, böylece daha kolay yakmayı amaçlamış"";

Fizikçi, ""adam sobayı yükselterek konveksiyon yoluyla odanın daha kısa sürede ısınmasını sağlamak istemiş"";

Jeolog, ""burası tektonik hareketlilik bölgesi olduğundan herhangi bir deprem anında sobanin taşların üzerine yıkılmasını sağlayarak yangin olasılığını azaltmayı amaçlamış"";

Matematikçi, ""sobayı odanın geometrik merkezine kurmuş, böylece de odanın düzgün bir şekilde ısınmasını sağlamış"";

Antropolog, ""adam ilkel topluluklarda görülen ateşe tapmanın daha hafif biçimi olan ateşe saygı nedeniyle sobayı yukarıya kurmuş"".

Bu sırada ev sahibi içeri girer ve ona sobanın yukarda olmasının nedenini sorarlar.,

Adam cevap verir: - ""Boru yetmedi"




5 Nisan 2011 Salı

Çatlak Testi


Çin' de bir adam, her gün boynuna dayadığı kalın sopanın iki ucuna asılı testilerle dereden su taşırmış evine. Bu testilerden birinin yan kısmında çatlak varmış.


Diğeri ise hiç kusursuz ve çatlaksızmış ve her seferinde bu kusursuz testi adamın doldurduğu suyun tümünü taşır, ulaştırırmış eve.


Ama her zaman boynunda taşıdığı testilerden çatlak olanı eve yarı dolu olarak varırmış. İki sene her gün bu şekilde geçmiş.


Adam her iki testiyi suyla doldurmuş ama evine vardığında sadece 1,5 testi su kalırmış...


Tabi ki kusursuz, çatlaksız testi vazifesini mükemmel yaptığı için çok gururlanıyormuş...


Fakat zavallı çatlağı olan kusurlu testi utanıyormuş. Doldurulan suyun sadece yarısını eve ulaştırabildiği için de çok üzülüyormuş.


İki yılın sonunda bir gün, görevini yapamadığını düşünen çatlak testi, ırmak kenarında adama şöyle demiş: "Kendimden utanıyorum. Şu yanımdaki çatlak nedeniyle, sular eve gidene kadar akıp gidiyor. "Adam gülümseyerek dönmüş testiye; "Göremedin mi? Yolun senin tarafında olan kısmı çiçeklerle dolu. Fakat kusursuz testinin tarafında hiç yok. Çünkü ben başından beri senin kusurunu, çatlağını biliyordum. Senin tarafına çiçek tohumları ektim. Ve her gün o yolda ben su taşırken, sen onları suladın. İki senedir o güzel çiçekleri toplayıp, masamı süslüyorum. Sen kusursuz olsaydın, o çatlağın olmasaydı, evime böyle güzellik ve zarafet veremeyecektim" diye cevap vermiş.


Her birimizin kendine has kusurları vardır. Hepimiz birer çatlak testiyiz. Fakat sahip olduğumuz bu kusu rlar ve çatlaklardır hayatlarımızı ilginç yapan, mükafatlandıran, renklendiren. Etrafınızdaki her kişiyi, oldukları gibi kabullenin. Dışlarındaki kusurları değil, içlerindeki güzellikleri görün...

13 Aralık 2010 Pazartesi

AŞKIN BÖYLESİ...



Yaşlı bir bey, sabah erken evinden çıkmış,
yolda ilerlerken, bir bisikletlinin çarpmasıyla yere yuvarlanmış ve hafif yaralanmış.
Sokaktan geçenler yaşlı beyi hemen en yakın sağlık birimine ulaştırmışlar.
Hemşireler, önce pansuman yapmışlar ve 'biraz beklemesini ve röntgen çekerek her hangi bir kırık veya çatlak olup olmadığını inceleyeceklerini' söylemişler.
Yaşlı bey huzursuzlanmış;
"acelesi olduğunu, röntgen istemediğini" söylemiş.

Hemşireler merakla acelesinin nedenini sormuşlar.
"Eşim huzur evinde kalıyor. Her sabah birlikte kahvaltı etmeye giderim, gecikmek istemiyorum" demiş.
"Eşinize haber iletir gecikeceğinizi söyleriz" deyince. Yaşlı adam üzgün bir ifade ile ;
"Ne yazık ki karım Alzheimer hastası hiç bir şey anlamıyor,hatta benim kim olduğumu dahi bilmiyor" demiş.
Hemşireler hayretle ;
"Madem sizin kim olduğunuzu bilmiyor neden hergün onunla kahvaltı yapmak için koşuşturuyorsunuz?"diye sormuşlar.
Adam buruk bir sesle ;
"Ama ben onun kim olduğunu biliyorum" demiş...

13 Ekim 2010 Çarşamba

SENİ SEVİYORUM DİYEBİLMENİN GÜZELLİĞİ




Sevmek...
Tanrının bize bağışladığı en yüce duygulardan bir tanesi...
Yaşamımıza renk katan yegâne şey. Sevmek ve sevildiğini hissetmek, hissettirmek. Sevmek...
Her şeyi, dünyayı, yaşamayı, insanları, kuşları, çiçekleri, denizi, suyu, her şeyi, kendimizi bir de. Biz ulus olarak sevgi dolu insanlarız aslında, yüreğimiz hep bu ışıltılarla dolu. Ama sevgimizi dile getiremiyoruz yeterince.
Hep içimizde, yüreğimizde saklı tutuyoruz, nedense kullanmayıp saklıyoruz. Hâlbuki ne güzel iki kelimedir “ seni seviyorum ” diyebilmek. Bu gizemli kelimeyi kullanmaktan korkmasak, içimizden geldiği gibi ve hissettiğimiz anda söyleyebilsek keşke sevdiklerimize.
Dünün, sabahın ilk ışıklarında yeni açmış bir çiçeğin yaprağındaki çiğ tanesi ile size gülümsemesini bir kez. içimizi mutlulukla dolduran bu sıcak tablo karısında “ seni seviyorum güzel çiçek” demek, ne hoş bir karşılamadır onu. (aptalca mı geliyor size, gelmesin lütfen) Yada aynada yüzünüze bakarken içten gelen bir gülümseme ile kendi kendimize “ seni seviyorum ” desek, diyebilsek keşke.
“ seni seviyorum ” öyle sihirli ve güçlü iki sözcüktür ki aslında; söylendiği anda karşımızda akan suları bile durdurur anında. Eşimize, kızımıza, sevgilimize, emektar köpeğimize, yetiştirdiğimiz çiçeklere, büyüklerimize, tüm sevdiklerimize söyleyelim her an içimizden geldiğinde; duraksamadan,” acaba tepkileri ne olur, ya da çok söylemeyeyim etkisi azalır ” diye düşünmeden. Olabilir mi hiç böyle bir şey, etkisi azalabilir mi hiç. Bu iki sözcük ne kadar sık kullanılırsa insanın içini o kadar okşar, o kadar sevgi ile doldurur, ilişkileri düzene sokar, uzaklar hemen yakınlaştırır, mesafeleri yok eder. Ne güzel bir şeydir bunu sıkça kullanabilmek, alışkanlık haline getirip söyleyebilmek.
Hayatın ne kadar acımasız, ne kadar kısa olduğunu, belki yarın sevdiğimiz ve değer verdiğimiz kişileri bir daha bulamayacağımızı düşünecek olursanız; bence şu anda, şu saniyeden itibaren, daha fazla geç kalmadan söyleyelim, haykıralım sevgimizi; “ seni seviyorum ” diyelim.
Eşimizi ya da sevdiklerimizi yolculuğa uğurlarken hazırladığımız bavulun içine, giysilerin arasına “ seni seviyorum ” yazan minicik notlar iliştirelim. Bizden önce eve geleceğini bildiğimiz anlarda yine onlar için evin çeşitli yerlerine “ seni seviyorum ” mesajları bırakalım. İnanın o mesajları gördüklerinde yaşayacakları mutluluğu kelimelerle anlatmak mümkün olmaz. Bu öylesine güzel bir sıcaklık, öylesine güzel bir yakınlaşmadır, sözcüklere sığdıramazsınız gücünü.
İçimizde tutup, saklayıp, ayda yılda bir kez söylediğimizde; hayatımızdaki “keşkelerin” sayısı hızla artacaktır inanın buna. Oysaki “keşkelerin “geri dönüşleri yoktur; giden yıllarla birlikte onlarda gider, yakalayamazsınız.
O halde gelin kullanmaktan çekinmeyelim, “ seni seviyorum ” demeyi de sevelim, tüketelim bolca. Bilin ki siz kullandıkça tükenmeyecek, size geri dönüşleri katlanarak artacaktır.
Şu iki s'yi söylemekten çekinmeyin ss ss ss

12 Ekim 2010 Salı

Sessiz Gemi -- Hikayesini Biliyor musunuz? Nazım Hikmet- Yahya Kemal ve Celile

Nazım Hikmet'in annesiyle Yahya Kemal arasındaki aşkı farkettiği an...


Celile Hikmet resimleri ile olduğu kadar güzelliği ile de tüm İstanbul’un diline destan bir kadındı... İstanbul sosyetesinin en çok konuşulan kadınları arasındaydı...

1900 yılında bu dillere destan güzellik, Osmanlı’nın meşhur valilerinden Nazım Paşa’nın oğlu Hikmet Bey ile evlendi...
Türk şiirinin dünya çapındaki en önemli ismi olan Nazım Hikmet de bu beraberlikten doğacaktı...

1916’ya gelindiğinde Celile Hanım’la eşi Hikmet Bey arasında şiddetli bir geçimsizlik başladı...



***

O günlerde Yahya Kemal, Bahriye’de okuyan genç Nazım Hikmet’in şiir hocası olarak eve gelip gitmeye başlamıştı...
Nazım Hikmet’in annesi Celile Hanımla, Yahya Kemal arasında filizlenen aşk kısa bir süre sonra Celile Hanımın anlaşamadığı eşinden boşanmasıyla sonuçlandı...

Tutkuyla, ateşle, kıskançlıklarla dolu tarihin sayfalarının arasına gizlenen aşk başlıyordu...
O aşkın aktörleri sadece Celile Hanım ve ünlü şair Yahya Kemal değildi...
Nazım Hikmet, Necip Fazıl hatta Celilenin yeğeni Oktay Rıfatın, yani Türk şiir dünyasının bütün ustalarının bir tarafından dahil oldukları bir aşktı o...


***
Heybeliadada okuyan genç Bahriyeli Nazım, hafta sonları okuldan çıkar annesinin yanına gelirdi...
Yahya Kemal o günlerde genç birer Bahriyeli olan Nazım Hikmet ve Necip Fazılın bulunduğu öğrenci grubuna şiir dersleri verirdi...
Yahya Kemal hafta sonları Genç Nazım Hikmete Türkçe ile şiir dersleri verirken, İstanbulun en güzel kadınlarından olan, ressam Celile Hanımla yakınlaştı...

Nazıma verdiği derslerden arta kalan zamanlarda Celile Hanım ile Yahya Kemal sanat ve edebiyatla başlayan uzun sohbetlere başlamışlardı...
Bir süre sonra bu ilişkinin kokusu Nazımın ve Necip Fazılın öğrencisi olduğu Bahriye mektebinde duyuldu...



***

Dedikoduların ayyuka çıkması üzerine Yahya Kemal bir süre okula gelmedi...
Geldiğinde karşısına öğrencisi Necip Fazıl çıkacaktı...
Hocası olan Yahya Kemale şöyle dedi:
Hocam, kibrit suyu içerek intihara kalkıştığınızı duyduk... Sınıfın bu durumdan duyduğu derin üzüntüyü size söylemek isterim...
Hocasına yönelik bu alaycı, ironik, dalga geçen tutum bir Deniz Harp Okulu öğrencisi Bahriyeli için kabul edilmez bir davranıştı...

Necip Fazıl Bu aşk ilişkisini alaycı bir şekilde ima eden sözleri nedeniyle Kodes adı verilen tahta dolabın içinde cezaya gönderildi okulda...

***

Ne ki bu Fransızcayı ana dili gibi konuşan, piyano çalan, natürmort resimler yapan dünyalar güzeli, sanatçı genç kadın Celile ile Yahya Kemalin aşkı alevinden bir şey kaybetmiyordu...

HOCAM OLARAK GİRDİĞİNİZ BU EVE BABAM OLARAK...
Olayı genç Nazım Hikmet de fark etmişti...
Necip Fazıldan sonra bir gün Yahya Kemalin siyah pardösüsünün cebine bir not bıraktı...
Kâğıtta Yahya Kemale hitaben şöyle yazıyordu:
Hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak giremezsiniz...
Bu not üzerine ünlü şair, tedirgin oldu...
Bir süre Celile Hanımın evine gelmedi...
Genç Nazımla karşılaşmaktan çekindi...
Celile Hanım ise Yahya Kemal yüzünden kocasından boşanmış, bütün İstanbulun kulaktan kulağa dedikodusunu yaptığı bir aşka evet demişti...
Artık evlenmek istiyordu...

Yahya Kemal bir taraftan kadını deliler gibi kıskanıyor, diğer yandan bu evliliğe yanaşmıyordu...


***

Aşkını dile getirdiği olay inanılmazdı:
1916 yılından 1919 yılına kadar bir kadına deli gibi aşık oldum...
Bu kadın yazın adada otururdu...
Ben de orada idim...
Deli divane olmuştum...
Sonbaharda Nişantaşındaki evini düzenlemek için İstanbula inerdi...
1916 Sonbaharında yine İstanbula iniyordu...
Ben müthiş muzdariptim...
Artık vapur giderken iskeleden mendil sallamalar, ağlamalar...
O gidinceye kadar Ada dopdolu idi...
Gider gitmez benim için boşalıverirdi...

Tam o günlerde Berlin Büyükelçisi Hakkı Paşa İstanbula dönecek lafı çıktı...
Hakkı Paşa, benimkinin uzaktan akrabası oluyordu ve İstanbula geldiğinde geceler düzenler, İstanbulun bütün güzel kadınlarını çağırırdı...
Benimki de oralara gidecek diye içim burkuluyordu...
Hatta kendisine bu endişemi söylemiştim...
Gitmeyeceğine yemin etmişti...

Bir gece Ada Otelinde otururken, yandaki iki kişinin Berlin Büyükelçisi bu gece davet veriyor... İstanbuldaki bütün güzel kadınlar davetli lafını ettiklerini duydum...

***
Müthiş bir acıyla yerimden kalktım...
İskeleye doğru gittim... Son vapur çoktan kalkmıştı...
Sert bir lodos esiyordu... Deniz karmakarışıktı, ancak ne olursa olsun, sandalla Maltepeye geçmeye karar verdim...
Sandalcılara gittim, yanaşmıyorlardı...
Çok para verince biri ikna oldu...
Açıldık, bir süre sonra lodos büsbütün arttı...
Denizde çalkalanıp duruyorduk... Sandalcı bana küfretmeye başlamıştı...
Ölmek üzereydik, ama ben sadece sevgilimin katıldığı geceyi düşünerek müthiş bir kıskançlık duyuyor ve bir an önce orada olmak istiyordum...
Sırılsıklam Maltepeye gelebildik...

Hemen bir kahvehaneye gidip, araba bulmaya çalıştım...
Yoktu...
Bunun üzerine Maltepeden Bostancıya yürümeye karar verdim...
Tren yoluna çıkarak koşmaya başladım...
Maltepe-Bostancı arasının bu kadar uzun olduğunu o zamana kadar fark etmemiştim...



***
Kan ter içinde Bostancıya geldim...
Vakit hayli geçti...
Karakola gittim. Bana bir araba bulunuz hastam var dedim...
Aradılar taradılar birini buldular..
Yine bir sürü para verdim...
Arabayla yola koyuldum...
Kadıköy, oradan Üsküdar... Karşıya geçtim. Doğru Nişantaşı!.. Sevgilimin oturduğu apartmanın kapıcısı ahbabımdı. Penceresini vurarak onu uyandırdım. Benimki evde mi diye sordum?

Adam halime bakıp şaşırdı: Evde, bu akşam çıkmadı! dedi, Ne diyorsun diye bağırdım? Bütün katettiğim mesafe sanki başıma yıkılmıştı. Eve kaçta geldiğini araştırttım...
Sözüne inanamıyordum. Çık bir bak! Evde mi? diye adamı zorladım...
Adam çarnaçar çıktı. Bir münasebetle hizmetçisine sormuş uyuyor! demiş... Geldi haber verdi... Sanki dünyalar benim oldu...
Apartmanın karşısında bir arabacı meyhanesi vardı. Orada sabaha kadar içtim...
Sabahleyin, doğru eve çıktım... Benim halim berbat. Toz toprak içinde olduğumu görünce şaşırdı ve hemen anladı... Sarmaşdolaş olduk...

***

Yahya Kemal deli gibi aşıktı, ama evlenmekten hayatı boyunca korkmuştu...
Belki, böylesi bir kadına hiçbir zaman sahip olamayacağını bilmekten, belki o beraberlikte ters bir olaydan ürkmekten, belki de genç Nazım Hikmetten ve etraf ne der diye ürkmekten?..

O günlerde Celile Hanım, Yahya Kemale bir mektup yazdı, şöyle diyordu:
Bugün Pazar belki gelirsin diye üç vapurunu pencerede bekledim...
Gelmedin mahzun oldum...
Verdiğin konferansa gelmedim, kalabalıktır memnun olmazsın diye, fakat hep aklım sende idi...
Çok çok göreceğim geldi...
Beni niye aramadın...
Sana gücendim canımın içi, pek göreceğim geldi... Ben o günden beri yani Salı gününden beri evdeyim, dikiş dikiyorum... Evimiz için çalışıyorum...

Hiçbir zaman o evlilik olmadı...
Yahya Kemal hep kaçtı o evlilikten ve beraberlikten...
NAZIM HİKMETE YARDIM ETMEDİ...
Uzun yıllar geçti bu olayın üzerinden...
Nazım Hikmet büyük bir şair olmuştu...
Sosyalistti...
Dönemin iktidarı tarafından hapislerde süründürülüyordu...
Celile artık yaşlanmıştı...
O güzelliğinden eser kalmamış üstüne üstlük kör olmuştu...
Oğlunun hapislerden kurtulması için Galata Köprüsünde açlık grevine başlamıştı o görmeyen gözleriyle anne yüreği...
Tuhaf bir rastlantı sonucu, Celile açlık grevi yaparken, Yahya Kemal Galata Köprüsünden geçiyordu...
Büyük aşkını gördü...
Ama yanına gitmedi...
Bir zamanlar Hocam olarak girdiğin eve babam olarak girmeni istemiyorum diyen genç Nazım Hikmetin kurtulması için kör gözlerle açlık grevi yapan Celileye destek imzasını vermedi...
Hızla uzaklaştı oradan...

***

Öldüğünde evraklarının arasından içinde kurumuş iki yaprak bulunan bir zarf çıktı Yahya Kemalin...
Şöyle yazıyordu:
Bu zarfın içindeki hatıra, 19 Ağustos 1930 da Sirkeci garında gece saat 10 da veda ettiğim aziz bir kadının göğsündeki çiçektendir... Koparıp verdiği bu iki yaprağı daima muhafaza edeceğim...
Celile muhtemelen bu aşkın devam etmeyeceğini anladığı gece Parise giderken, Sirkeci Garında vermişti Yahya Kemale göğsünde duran o iki yapraklı çiçeği...

SESSİZ GEMİ...

Yahya Kemalin Sessiz Gemisi hep ölüme yazılmış bir şiir olarak bilinir...
Oysa demir alıp bu limandan kalkan gemi...
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol dizeleri...
Yahya Kemalin hayatındaki en büyük aşkı olan Celilesinin Adadan gemiyle İstanbula uzaklaşışı esnasında yaşadığı çaresizliği anlatır...
Ölümdür elbette Sessiz Geminin konusu...
Ama aşkta aranan ölümdür ve Celilenin ardından ada limanında bakakalan Yahya Kemalden esintiler içerir...



***
Artık demir almak günü gelmişse zamandan...
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan...
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol...
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol...
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli...
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli...
Biçare gönüller!.. Ne giden son gemidir bu...
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu...
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler...
Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler...
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden...
Birçok seneler geçti dönen yok seferinden...

29 Eylül 2010 Çarşamba

Ülkeler ve Dünya Ansiklopedisi Dünyayı keşfe çıkmaya hazır mısınız?

Ülkeler ve Dünya Ansiklopedisi

Dünyayı keşfe çıkmaya hazır mısınız?



Dünyamızın bütün kıtaları ve ülkelerini bir arada ve tek bir kutu içinde bulacaksınız. Kıtaların fiziksel ve siyasi haritaları ile tarihsel ve toplumsal özelliklerine ve her bir kıtada bulunan yüzlerce ülkeye de bir tıklayla ulaşabileceksiniz. Bu kadar kapsamlı bir kaynağı hiç görmediniz; çünkü binlerce sayfadan oluşan bu seti bir kitap olarak basmak olanaksızdır.

Fatmagül'ün Suçu Ne?


27 Eylül 2010 Pazartesi

TOPRAK ve AYNA !‏

TOPRAK bir gün AYNAYA dedi ki:

’’ EY AYNA! İmreniyorum sana! Çünkü kim sana baksa kendini görür; Bana bakanlar ise sadece Beni görür!’’

AYNA toprağa şöyle cevap verir:

Ey kara toprak, ne beyhude bir dertle dertlenmişsin. Biliyor musun ben bana bakanların BUGÜNÜNÜ gösteririm. ...Oysa sen sana bakanların YARININDAN HABER VERİRSİN…

Bu cevap toprağın hoşuna gitse de tekrar dedi ki:

‘ Belli ki içimi rahatlatmak içindir sözlerin. Söyler misin bana, sana bakanlar HİÇ
DÖNÜP BAKAR MI BANA?

VE AYNA toprağa acı bir gülümseyişle şunları söyledi:

’’ MERAK ETME! Bana bakacak yüzü KALMAYANLARIN GÖZÜ HEP SANA DÖNER...

26 Haziran 2010 Cumartesi

Buse'ye Veda

Buse'ye

Bütün yazılar anlamsız artık
Yararsız bütün kitaplar
Bütün söylevler sahte
Yalan bütün hitaplar
Çılgınca gülmedin,
eğlenmedin Keyfini sürmedin on yedinci baharının
Tomurcuklar açmadı kahkahalarında
Bombalar patlarken kimsesizler mezarlığında
O sabah kalktın
Diğer günler gibi bir gündü
Diş fırçalama, kahvaltı derken
Anneni öptün çıkarken
Belki Atatürk sayfana göz attın biraz
Dershaneye gittiğini sanıyordun
Nereden bilecektin ölüm dersine gittiğini
Nereden bilecektin tabutuna bindiğini
Hangi Kassandra bildirecekti
Hain tuzaklar kurulduğunu yollarına
Şehir dedikleri büyük köyde
Alçak gönüllü bir otobüsün içinde
Alçak ellerin patlattığı bir bomba
Aldı canınıKanın sıçradı plastik koltuklara
Senin önünde
Başımız eğik
Utanç içindeyiz
Utanç içinde
Seni yaşatamayan,
Seni koruyamayan
Kim varsa
Utanç içinde
Utanç içinde
Neşeyle cıvıldamayın artık kuşlar
Ağıt yakın yavrumuza
Bulutlar, sadece gözyaşı dökmek için gelin.
Ve onun saçlarını dağıtan rüzgâr
Sadece acı kelimelerimizi taşı
Yaslı yüreklere
Bütün yazılar yararsız
Anlamsız bütün kitaplar
Bütün söylevler yalancı
Çünkü hiçbiri
Geri getirmeyecek güzel gülüşünü
Busesi dudaklarında solan yavrumun
İbret al
Türkiyem ibret al
Ne siyaset önemli,
ne demeçler,
ne OHAL,
ne bu hal Bir tek gerçek var:
Kollarını açmış kızını bekliyor.
Gazi Mustafa Kemal