30 Ocak 2009 Cuma

Aşkın kan kızıl hali

‘… Aşk, yorgun bir kızıllığa döner bazen, solan bir gül gibi kararıverir aniden; ölmese de, ortadan tamamen kaybolmasa da, o haliyle bile unutulmayacak olsa da rengini öylesine ani bir şekilde kaybeder ki, bunu hissedenin ruhunda beliren uçurumun içinden ölme ve öldürme isteği, kime yönelik olduğu bilinmeyen kıyımlar geçer, onun boşluğunun yerini dolduran ve aslında var olmayan kan, kızıllaşır giderek o zaman ve ask yorgun bir kızıllığa döner bazen…

Hiçbir zaman tam anlamıyla sona ermeyecek bir askın, tükenerek sonsuzluğa kavuşmuş bir Aşk…

Ne Tahir ne de Zühre olamasanız da yasamdaki yeriniz itibarıyla, yine de onlardan biri gibi hissedersiniz kendinizi…

Ne atınızın terkisine atıverip kadınınızı kaçırabilirsiniz siz, ne de şikâyet etmeden sevmeye devam edebilirsiniz…

Size böyle şeyler anlatanlara bunların zamanının geçtiğini anlatan bakışlarla bakarsınız, aşkın böylesinin geçmişin gölgeleri arasına sıkışıp kalmış yakın zaman efsanelerinde yattığını düşünerek…

Ask denen duygunun varlığından bile şüphe etmenizde artık; Tahir ile Zühre olmaktan başka bir şey gelmez elinizden…

Taze bir mezarın toprağını hırsla avuçlayan ellerinizle…

ve aşkın en yorgun, en kızıl hali… ’


Hiç yorum yok: